2 Mayıs 2016 Pazartesi

Koşuyoruz ne güzel kamikaze!


                                         

                        Balthazar - Bunker

                                       
                     Okuma müziği: Bu şarkıyı dinleyerek uyuyakalmıştım geçen gün rüyamda Seda işçi örgütü kuruyordu (Rüyamdaki işçileri bile!! 1 mayıs ve bilinçaltım işte), ben ise işçileri sınıfa toplayıp onlara müzik dersi veriyordum. Arkadaki pı pı pı pığ pı pığ diye çalan bass gitarı işçilere 4 vuruşluk nota P harfine benziyor ya o kafayla işçilere bu "Pı" diyordum ve pı pı pı diye şarkı söylüyorduk :D

                           Koşarken Aklımda Belirenler

          Deneyimler aktarılamaz, düşüncelere dönüşüp aktarılmak için uğraşılabilir bende burada onu yapmaya çalışacağım. Bu sefer koşarken düşündüklerimle gittiğim yere sizi de götürmek amacım. Aslında bu deneyimlerin aktarılamaması problemi kafamda çözmüştüm, aktarılmak istenen bir deneyimi kurgusal bir karakter yaratarak aktarılabilir demiştim kendime, ama hop bu Şukufe filan diye kurgu oluşturacak kadar boyum uzun değil :) Zaten bu yüzden kitap okurken " Yazar bu karakteri neden katmış, aktarmaya çalıştığı yazının asıl özü ne?" gibi sorular sorarım ben. Yemek tarifi değil bu sefer konseptimin biraz dışına çıkıyor olacağım, okuyucuya olan saygımdan belirtiyorum bunu ama umrumda değil beğenip beğenmemeniz :D Bencil bir şekilde sadece kendim için yazıyorum.
          Bugün koşarken sadece şunu düşündüm; "Sanat ne? Bir şeyin sanat olup olmadığını belirleyen kriterler ne? Anlık sanat, devam eden sanat, tüketilen sanatlar, biten yitip giden sanatlar, özlenen sanatlar ve sanatçılar..." Sorulara cevap vermeyeceğim elbette çünkü sanat kavramı kutsal bir olgu, düşünceler ile sınırlarının belirlenmesi anlamsız. Allen Ginsberg'in "Everything is holy" derken aslında bir yandan "The art is holy" de dediğini hepimiz biliyoruz zaten....
          Hayat bir çeşit sanat biçimi; yaşamak, yaşamaya çalışmak, kısacası yaşamaya çalışmak için yaptığımız her şey bir sanat. Kendini kandırma sanatı, kendini kandırmaya devam etmeye çalışma sanatı...Yaşamaya devam etmek ise sanat yapmaya devam etme sanatı. Son zamanlarda bu içine düştüğüm nihilist kafasıyla mücadele etmeye çalışıyorum biraz, ama aslında mücadele etmenin anlamsız olduğu anladığımda yaptığım şeyde kaybedilemeyecek bir savaşı kaybetme sanatı :P Bazarov gibi çeliş çeliş çelişmenin anlamsızlığı biraz, ama ben de çelişirim bazen. Çelişmemek için enerji harcamak gereksizdir çünkü. Düşüncelerin zamanla değişebildiğini kabul eden insan, düşüncenin daha cümle bitmeden bile değişebileceğini kabul etmiş demektir; zaman kavramının göreceliliği biraz. Kocaman dağların ovaya dönüştüğü bir doğa var karşımızda , doğal olarak hiç bir düşünce sabitliğini koruyamaz. Sabit tutmaya çalıştığımız düşüncelerimiz anlamsız bir enerji kaybetme biçimidir sadece. Olabildiğince basit yaşamak istiyorum ben, olabildiğince az kendimi yormak fakat basit küçük şeylerden olabildiğince zevk almak, gerekirse acı çekmek de.
          Hepimiz aslında birer sanatçıyız ve aynı zamanda sanatın ta kendisiyiz de. Dokunduğumuz her insan, hayatında yer ettiğimiz her insan üzerinde fırça darbesi kondurduğumuz bir tuval, sanat eserimiz; ve doğal olarak hayatımızı etkileşime geçmesine izin verdiğimiz herkes için bizler de birer sanat eseriyiz. Sanat yapan sanat eserleriyiz bir nevi.
          Kaliteli bir sanatçı olmak gerekiyor şu hayatta, atacağı her fırça darbesinde ayrı bir özen bulunduran sanatlar. Öyle tutkulu fırça darbeleriyle yaşamalıyız ki içine renk kattığımız/katıldığımız eserler daha ileriye gidebilmeli, renginiz ile renk katmalı belki hayatlara. Bir tuvaldeki öyle fırça darbeleri olmalıyız ki tuval demeli ki iyi ki bu şekilde boyandım, ürettiğimiz sanatın sanatı olduğumuzu bilerek atmalıyız her fırça darbemizi. Kaliteli tuval üzerine aldığı darbeleri koruyabilen tuvaldir, üzerimize aldığımız fırça darbeleriyle birebir yaşamayı öğrenmek daha iyi bir sanat eseri olmak yolunda atılması gereken bir adımdır. "Geçmiş" diye adlandırdığımız kavram aslında tuvalin doku oluşmasına katkı sağlamış bir kesimden başka bir şey değildir. Gerektiğinde üzerindeki fırça darbelerini korumak uğruna kendini koruyabilmelidir de sanatçı, sanat olduğumuzu kabul etmek ama düşünen bir sanat olduğumuzun ayrıcalıklarının farkında olmak. Keşke yaptığım heykelimsiler dillense ve "Burayı pürüzsüzleştirmek için uğraşmasaydın keşke, ya da onca uğraştan sonra beni parçaladın geldiğim hale bak" dese :)  Aslında sanatçı olduğumuz gibi sanat olduğumuz kabullenmek, üretmeye çalıştığımız ürünün bir parçası olduğumuzu algılamaktır dikkat çekmek istediğim. Burada açıklamaya çalıştığım olgu sadece bir etkileşim ile sınırlı değil, aynı zamanda  bu etkileşime olanak sağlamış her şeyi de buna katıyorum. Giydiğimiz kıyafetler, düşündüklerimiz, düşündürdüklerimiz, yataktan kalkışımız, herşeyin aslında bir bütün olduğuna değinmeye çalışıyorum ama bunu aktarmakta zorlanacağım o yüzden kesiyorum burada, bir doz "enel hak" olmaktı sanırım yaptığım şey :)
         Her şeyin algı ile anlam kazandığını unutmamak gerek. Bir kameranın çektiği görüntü ile oluşturulan bir film gibi, sanat kavramı ile kast ettiğim kişinin an içinde kurduğu  algı dünyasının oluşmasını sağlayan her türlü etmen. Bu algılama konusunda kıskandığım yegane insan Mina Urgan sanırım. Kadın bir yemek yemeden aldığı zevki anlatırken bile insanı kendinden geçiriyor, küçük şeylere verdiği değerlerle kurduğu bir hayatı var. Ben bu düşüncelerle kavrulurken aslında bir yandan düşündüğüm insanların ne kadar ilginç canlılar olduklarıydı. Koşarken gördüğüm yüzler; birbirinden farklı çeşit çeşit yaşanmışlıkları barındıran yüzler. Ben onları algılarken beni algılayan sanat eserleri, sadece 3 saniye göreceğim eserlerdi onlar. Koştuğum alan, yerin düzensiz çıkıntıları.... Soluduğum hava bile algının bir parçasıydı, düşündüğünüzde soluduğunuz havanın çok küçük bir parçasını istemeden de olsa benimle paylaşıyorsunuz mesela, bu etkileşim bile bir eser... Bu sırada işte Beatles-because  çalmaya başladı zihnimde. Dünyanın dönüşüyle kendinden geçmek, varolmayla kendimden geçmeye dönüştü. Doğa bir sanat olmuştu gözümde, bir tomurcuğun yavaş yavaş açılışını düşündüm, bir yandan bir ölünün toprağa karışımını, tarlada bir şeyler üretmeye çalışan çiftçiyi ya da ekmek yapan fırıncıyı... Aslında düşündüğüm şeyler deneyimlediğim şeylerden başka bir şey değildi. Mesela bu sıra bir eskimonun buz tabakasında delik açıp oradan balık tutmasını düşünmemiştim. İşte bu yüzden belki şu an içinde bulunduğum bu "açlık" durumu. En başta dediğim gibi deneyimlerin kurgusal bir karakter ile aktarmanın mümkün olduğu tezini kabul ettiğim için sanırım bu açlığımı kitap ile bastırmaya çalışıyorum.
          Her şey bir sanattı, nereden bakıldığına göre değişen sanatlar. Göreceli olarak anlamları değişen sanatlar. Bir ölünün çürüyüşü bir anlamsızlık belki ama tanıdığın birisinin çürüyüşünü izlemek başka bir anlam olarak göründü gözüme... Yemek bir sanat mesela, görsel bir sanat olabilecekken ileriye gidip tüketilen ama hafızalarda yer edinilebilecek bir hal alan bir sanat. Mina Urgan'a yemek yapmak isterdim sanırım, çünkü yemeğimi cidden algılamak için odaklanmış bir kamera misali birisi olurdu karşımda. Mina gibi yediğim yemekten zevk almak istiyorum ama sadece yemek değil, yaptığım her şeyden. Mesela giydiğim t-shürt'ün bedenimde oluşturduğu o hissi algılamak ve bunu hissedebilmenin ne kadar sıradışı olduğunu hissetmek... (Burada biraz abartmış olmak istiyorum ama bu sadece olayı kavratmak için verdiğim bir örnek) Kahve yaparken içine bir tutan karabiber çekmek mesela, ya da soğan kavururken sumak atmak, sulu yemeğe atılan bir tutam kahve... Aroma zenginleştirmek ayrı bir şey ama insanı o sıradışı tatla uyandırıp yerken "Hm bunun içinde ne var acaba" diye uğraştırmayı çok seviyorum. Çünkü bu sayede insanlar yemeği yerken tat almaya odaklanıyorlar, sadece karınlarını doyurmayı değil. Annemden aldığım bir özellik bu; yemek yerken içinde ne var ne yok onu bulmaca gibi çözmeye çalışır. Hiç unutmam "sürpriz çorba" diye karşımıza yemek gelmişti, biz böyle yemek ile mest olmuşuz. Ertesi gün kalktık annem kalkmış sürpriz'i çözmüş ve "sürpriz çorba" yapmış :)           Genellikle normal yemekler yapmıyorum zaten evimde, ama sıradışı olacağım derken de işin fokunu çıkarmıyorum tabi ki :) Marjinallikte bir yere kadar :) Yine de yanlışlıkla elde ettiğim güzel lezzetler mevcut; zaten kötü olursa yine ben yiyeceğim diye yapıyorum bu uçarılıkları, şimdi yapmayacağım da ne zaman yapacağım yav :) Ceviz tozu ve toz şeker ile karemelize ettiğim soğanlara çikolata ve acı biber ekleyerek elde ettiğim garnitür, ciğer tadı elde ettiğim tahinli kavurma, "pekmez köpüğü" tadındaki reçelim, pekmez ile marine ettiğim kalamar ... Böyle bir hayat yaşamak benim istediğim, yediği yemek bile bir zevk ürünü her öğünü ayrı bir anlam ayrı bir deneyim barındıran bir hayat. Sırf kafama estiği için mısır ekmeğine kakao atabilecek kadar cesur olmak biraz da, ya da üzgün olduğu için biraz acısı abartılmış yemekler yemeye katlanmak...
         Bazen zaman kavramını yok saymak istiyorum, bir fotograf gibi algılamak dünyayı. Aslında bu çok fazla düşünebiliyorsanız teoride mümkündür, ama slow motion video kafası yaşamak daha gerçekçi :D Yaşanmış ve yaşayacak olacağımız herşeyi hissetmeye çalışmak istiyorum, aslında bizi an-ımızdan alıp koyan bir diğer olgu bu, aynı zamanda bizi biz yapan da...
         Koşarken bunları düşündüm, sonra da koşan bir sanatım ya diyip saçlarımı açtım bir süre. Hayatı daha farklı algılamaya başlamıştım diyelim, hani içiniz umutla dolar filan onun gibiydi biraz... O üzerimize giydiğimiz t-shirt'ün kıvrımlarına alışan beden bir süre sonra algıyı siler atar ya işte çok uzun sürmedi bu algı :) Kafamda bunlar dolaşırken, parkta benimle yarışan çocuğa izin verdim beni geçsin diye sonra soluklanıyormuş gibi yaptım çocukla birazcık daha etkileşimde bulunmak, eğlenmek için... Böyle şeyler işte, yazım bitti sanırım
iyi "sanatlar" :)

27 Mart 2016 Pazar

Fışkırsın Ruhi Mücerret Gibi Kurabiyeden Çikolata!!


She Keeps Bees - Owl

Okuma müziği: Şu günlerde bunu dinliyorum, güzel parça valla herkes dinlesin!!

Natalie's Cookies Tarifi

         Şu üstteki kurabiyenin cevizine her ne kadar sinir olsam da her şeyin kusuru olur diyerek ona da kalıp uydurmuş bulunuyorum, zaten tadı harika olduğu için görüntüsüne bakmayacaksınız :) Eskiden yazmıştım bunun tarifini uslubu o yüzden biraz farklı olacak ama aldığım reaksiyona göre ileride uslup üzerinde değişiklik yapabilirim.
  


(Aynı tarif ile Hanimeller de üretilebiliyor)


        Bu kurabiye tarifi lisedeki öğretmenim Natalie'ye ait, zamanında bu kurabiyeler için az kan dökülmedi. Bir danışma grubumuz vardı; Natalie ve 4 şanslı öğrencisinden oluşan, her hafta toplanırdık ve bu kurabiyeleri sayarak yerdik. Bütün okula yaklaşık 200-300 kusur kurabiye yaptığım zamanlar geldi aklıma, hey gidi günler hey... Tabi toplu kurabiye yapmakta ayrı bir olaymış onu da deneyimlemiş olmuştum.

Az laf çok iş, kurabiye tarifimize geçiyoruz :)

Giriş:Ölçümüz 1 adet su bardağı (200 ml olanlardan)


      2 adet  koca kaplara ihtiyacımız var, birinde ıslakları diğerinde kuru olanları karıştıracağız güzelce ve daha homojen bir kıvam elde etmiş olacağız.        

2.25 bardak un
bir çimdik  tuz
1\3 bardak kakao
1 paket kabartma tozu

       Yukarıdakileri bir kapta karıştırın, aşağıdakileri de başka bir kapta:D Aşağıdakileri karıştırırken dikkat etmeniz gereken kısım şekerin iyice erimesi, yani tereyağı tamamen eridiği taktirde şeker tamamen erimiş oluyor, bu biraz zaman alıyor. Şekeri eritemezseniz, kurabiyenizde parçalı şekerli bir görüntü elde edeceksiniz, hiç tevessül etmem. (Tevessül dedim çok coolum ;))

1 paket vanilin
1 tatlı kaşığı tarçın

2 adet yumurta
1.5 bardak şeker
1 bardak erimiş tereyağı


Şimdi elde ettiğimiz bu iki karışımı birbiri ile karıştırın. Yaklaşık olarak 200 gramlık 2 koca kare sütlü (bitter de olur) çikolatayı parçalayarak bu toplu karışıma ekleyin

İçine ceviz, badem, fındık filan da koyabilirsiniz :)

Kurabiyenin hamuru tamamdır :) 


1) Fırını yaklaşık olarak 200 derecede ısıtıyoruz.

2) Hamurumuzu ceviz büyüklüğünde yuvarlayıp tepsiye ezikleyerek diziyoruz :D Hani tam bir yuvarlak değil, kutuplarından basık, ekvatorundan pörtlemiş şekilde olacaklar; dünya gibi ama bayağı ezik dünya :)

3) Fırına kurabiyeleri koyup ısısını 180 dereceye indiriyoruz ve yaklaşık 8-10 dakika boyunca bekliyoruz.

4) Fırından çıkınca hafif yumuşak olsunlar sonradan sertleşiyorlar merak etmeyin:D

Pişen kurabiyeleri hemen bir saklama kabına koyuyoruz ki nem kaybetmesin pişen kurabiyelerimiz; çünkü bir anda sertleşecekler,  kıvamı öğreninceye kadar bir süre çok sert kurabiyeler yiyebilirsiniz ama zamanla güzelleşecektir :D

Haydi afiyet olsun, 

21 Mart 2016 Pazartesi

The Museum Plastico 2.0

Enterance Fee: Your time
Portecho - Studio Plastico

                Böyle eski günlere yad olsun bu müzikte, böyle yıllandı artık diyelim. "Oldie goldie" takılmalı olsun diye düşündüm... Şaka şaka düşünmedim hiç bir şey içimden bu şarkı geldi yav :D
            
                Çok iyi çizim yapamam, ama yapmayı severim. Yani çoğumuzda böyleyiz bence, çok iyi yaşayamıyoruz ama yine de yaşamayı seviyoruz, yaşıyoruz :) Kalbimizi sevip, kırmızı giyiyoruz filan... Genellikle bu ne anlatıyor sorusu karşınıza çıkar ve "bir şey anlatmıyor." diyerek kesip atmak isterim. Kelimelerle dökülebileceğini bir şey olsaydı öyle yapardım zaten, deli ile randevum mu var... Bir sancınız varsa kelimeye dökebiliyorsanız öyle yapın zaten, kelimenin oluşumu 1 saniye alır maksimum, "Muvaffakiyetsizleştiricileştiriveremeyebileceklerimizdenmişsinizcesine" diyecekseniz o ayrı tabi... ;)          


              Bunlar ileride kullanmak için biriktirdiğim malzemeler; en kötüsü geri dönüşüm, en güzeli ileri-üretim için kullanırım diye :) Elinizdekini araç olarak kullanmak güzel oluyor. Hem bir üretici olarak ekonomik hem de şahsen beni zorladığı için farklı malzemeler kullanmayı ben biraz daha seviyorum. Anlatmak istedikleriniz oluyor ama “kelimeler kifayetsiz kalıyor” anlatamadıklarımıza dönüşüyor. Bunlar "İçsel kusuntu" biraz....

   Bu sefer yaptıklarımı düzenlemek istedim yaptıklarımı, bir kısımını düzenlemek. Tamamen düzenlemenin imkansızlığını kavradığımda elime geçen zaman ile şirk koşuyorum şimdi. Hep koşuyorum zaten…Özellikle kronolojik olarak düzenlemeye çalışacağım :) Bundan sonra buraya eklemeyi planlıyorum ürettiklerimi, yazdığım yazıların formatını daha planlayamadım, onları belki bir sonraki zamanda eklerim

              Haydi sanal turumuza başlayalım;

Elle Tutulmaz Gözle Görülür Çalışmalarım

Karpuz-2000
Bu resmimi çok seviyorum, ilk yaptığım resimdi :)

Oturan Boğanın Lanetea
Adı da ne ergen aa, ama o zamandan kalma, geçmişe saygı <3

Hüptürgeç



Speray
Gerçekçi bir şey çizmeye çalıştığım maksimum resim bu olsa gerek...


Gözlendi


Kafası sonradan geldi




Hayal Prens
       Bu resmi bir sanat yarışmasına yollamıştım. Kazanırsam belki ileride açılacak cafeye biraz daha yaklaşılır filan diyordum. Sonuçlar gelmeyin, yarışmaya şöyle bir mail atmıştım; " Kendim için sanat yapıyorum, çok önemli değil sonuç ama merak ettim açıkçası :D " Böyle gülücüklü filandı cidden; zaten hayatın her türlü alanında cıvıklı takılabilen bir yapım var :D Hayatı ciddiye alamıyorum vallahi, o yüzden olsa gerek, neyse yeter :D

Uzanımlar


Algılasal Self-tanımlama


Kaoslu


Anlamlısızlık


Arayıcı


Islak Aydınlık

Bantoloji


Bulutamayanlar


Kardeşimle birlikte çizdiklerimiz:

Dualizma

Kılıflamaca



Kardeşime ait:

Elle tutulur gözle görülür çalışmalarım:

Monument Trio:

Monument of Cuteness




Monument of Life

Monument of Friendship

Trio of Regeneration:
"Burultu"


Altındaki ton balığı kaplarından yaptığım sehpaya lütfen dikkat edelim :) 35 kilo verdiğim dönemde spor yaparken o kadar çok tüketmişim ki konserve ton balığı bir şekilde değerlendirmem gerektiğini düşündüm ve ortaya bu çıktı.

Soul-side



Üçlemenin 3.sü yaratılma sürecinde :D

Kalem, mürekkep ve kürdan ile çizdiklerim:

Kid's Kute Kite


Koruyucu-Zıppır


Tutunabilenler

Doşalma


Kayıp Takip



Mekanizma


Öğreti


Öylesine Çiçek-1



Öylesine Çiçek-2.0


Siren


Doğum



Love-Maker

Akrilik ile yapılanlar:

Hala hayatta olan Laptop'ımın, hala hayatta olan kapağının arka yüzü:
 
Dile kolay 7 yıl oldu yav, yakında laptop'ım anaokuluna başlarsa şaşırmayın :D

Bohemli Kadın


Yağlı Boya ile yapılanlar:

Geç kalan Koza (Daha bitmedi ama bundan şimdilik bu kadar :) )





Tükenmez Kalemle Yapılanlar: (aka derste karalananlar)





Fotograflar:

Morartı


Bu bir tabela, bildiğin 7 yaş çocuğu resmi gibi :D


Koşu alanında yalnız kalmış ağaç


Bu da koşu yolundan



Devam edilebilme potansiyeli olan Çalışmalarım:














Neden yaptım bunu dediklerim:

Çoğu genellikle program denemek için yaptığım şeyler, zaten ruhu olmadığı için de bitirilebilecek bir şeyi olmadığı için bırakıp kalmışım genelde. Bazen de hissetmiyorum bitiriyorum direk çizmeyi...


Bitiremedim bunu gelmedi devamı ben de bıraktım belki ileride devam ederim... 


Bunu derste çizmiştim, dedim ohaa yılan filan  çizebiliyorum ama çok sıkıcıydı bıraktım.


Bir süre sonra baktım yılan filan çizebiliyorum, dedim yüz filan çizebilmek güzel olurdu, Şimdi bir kaç tane boklu püsürüklü dandirişko ötesi yüz denemeleri ile karşılaşacaksınız.

Not: Hacılar burada anlamlı bir şey buluyorsanız lütfen beni özelden arayın...

Ruhşen amcam'ların oğlu Sedat bile daha güzelini çizer bunun, sırf eğlenmek için koydum zaten.


            Bu resimi aslında seviyor olmam lazımdı, ama sevmiyorum yani zorla mı...  Sanırım basitliği beni itici bulmaya iten şey... Ama şöyle bir durum da var öylesine bir çizgi çizmek bile aslında ne kadar basit dursa da bakıldığında, her şeyin bir zorluğu var. Ne çizildiği değil biraz neden çizildiği önemli bazı şeylerin.
                        
 
 Burada boyut filan çalışmaya çalışıyorum, gölgelendirme ile birlikte ama sıkıntılarım var belli :) 3. bir boyut katmakta zorlanmaya başladığımı işte tam bu zamanlarda anlamıştım, tabi bende pes etmek genellikle görülen bir şey değildir. 3. boyut üzerine ilerlemek için bu sırada kil ile çalışmaya başlamıştım. Elinden gelen herşeyi yapmak, yapmak istediklerim için savaşmak bir iç prensip benim için. Vazgeçmek kolay olan, ben zorlanmayı seviyorum. Yapmayı istediğim şeyler vazgeçecek kadar değersiz olsaydı, isteklere sahip olmanın bir anlamı olmazdı.  Ben emek dolu, umut dolu, değerli bir hayat yaşayacağım kendimce. Anlamı olmayan bir hayatın değeri kaç par eder bilemem, ama güzellik 10 par etmiyor sizdeki aşk olmazsa sayın seyirciler, onu biliyom :) Her şey bakış açısından ibaret.



Yine bir yüz çalışması, bu suratı hatırlıyorum ama bu bitmezdi. Adamın yüzünü bir güldürüyor bir ağlatıyor filan bayağı eğleniyordum ama dediğim gibi anlatılmak istenen bir şey yok sadece bir çalışma

Korkunçlu bir palyaço filminde fırlama yüz, tabiki devam etmedim. Bu da bir yüz çalışması.


Bunu da sevmiyorum, çünkü koruması zor, normalde içinde çim ekili oluyor ama eve götürürken koruyamadım :(

Ve en sevdiğim yüz portesiyle bitirmek istiyorum bu yazıyı, ileride yaptıklarımı da buraya eklerim artık, sanal müze gezmek gibisi yok biliyorum ;) 
                       
       La Fin